Şehirler çok kalabalık. Taşra bomboş. Şehirler işsiz insan yığını. Taşrada tarlalar, meralar, sokaklar ıssız.
Peki, neden?
Bu aralar sosyal medyada “Babanızın babasının doğduğu yerde yaşıyor olsaydınız nerede olurdunuz, ne yapıyor olurdunuz?” diye bir soru dolaşıyor. İnsanlardaki can sıkıntısını kullanarak “big data” toplayan bu tür oyunlara ve sorulara değinmeyeceğim. O, başka bir zamanın konusu.
Bu soru, aslında ülkemiz için en yaşamsal sorulardan biri. Bu sorunun cevâbı, büyük çoğunluğumuz için taşrayı ve bir taşra yaşantısını işâret ediyor. Çünkü neredeyse hepimizin üçüncü, hattâ ikinci ve birinci üst nesli taşralı.
İstanbul’a ne zaman gitsem esnafla, en çok da taksicilerle muhabbet ederim. Bindiğim taksilerde trafikten yakınmaya başlayan şoföre “Trafik neden böyle?” diye sorarım. Cevap istisnâsız “Âbi ipini koparan geliyor şehre” ile başlar, ardından İstanbul ile ilgili nüfus bilgisi gelir. Açık artırma usûlü ile tespit edilen nüfus sayımı hakkında İstanbul’un 40 milyon nüfusu olduğunu iddiâ eden şoför bile oldu.
Hâsılı, İstanbul çok kalabalık. Bunun hepimiz farkındayız. Peki, bunun nedeni ne? Şoföre bunu sormuyorum. Şoföre ikinci sorum şu oluyor: “Nerelisin?”
Bu soruya verilen yanıt, daha bugüne kadar hiç “İstanbulluyum” olmadı. Sivaslı, Trabzonlu, Erzurumlu, Ispartalı, Mersinli, Diyarbakırlı oldu ama hiç İstanbullu olmadı. Bu cevâbın ardından hemen “Peki, iş imkânın olsa, hattâ rahat bir yaşantı imkânın olsa, memleketine döner misin?” diye soruyorum. Daha “Dönerim” diyen de çıkmadı. “Neden dönmezsin? Daha sâkin, rahat ve sana âit bir yaşam olmasına rağmen hem de…” diye sorduğumda biraz sessizlikten sonra verilen cevaplar kem küm etmekten ileri gitmiyor.
Çünkü aslında taşra insanı, şehir hayatına âşık. Sürünse de, aç kalsa da, trafikte sıkışsa da, stresten çürüse de şehir hayatından vazgeçemiyor. Çünkü şehir özgürlük demek. Çünkü şehir bol seçenek, bol eğlence, renkli hayat, çok imkân demek. Çünkü şehir, her zaman inceden zengin olabilme umudu demek.
Çünkü ülkenin taşrasında hayat yok. Nuri Bilge CEYLAN filmlerindeki o boğuculuk, dibi olmayan durağanlık ve öldürücü sıkıcılık ile mükemmel târiflenen şeyden kaçıyor bunca insan… Dedikodu ile istihbaratı sağlanan zift gibi bir muhafazakârlık, herkesin herkesi tâkip ettiği pencereler, kapılar, sokaklar, hiçbir zaman gelişmeyen, bu yönde en ufak çaba göstermeyen ekonomi, donup kalmış sosyal kalıplar ve ilişkiler, aslâ çeşitlilik ve renk sunmayan bir yaşam tarzı.
Dünyanın her yerinde taşra hemen hemen böyledir. Ama yine de Batı medeniyetinin taşrası görece daha câzip. Bunun nedeni de, orada taşranın da şehirleşmesinin sağlanmış olması. Şehirleşme demek nüfus patlaması ya da fabrikaların ve binâların yığılması demek değil. Şehirleşme demek, şehirlerin sunduğu imkânların miktârınca taşrada da var olması demek. Bu imkânlar ise altyapıdan ya da kamu hizmetlerinden ibâret değil. Şehrin sunduğu özgürlüğün tamâmen olmasa da kısmen insan hayatına sunulmasından bahsediyorum.
İşte bundandır ki, kimse 1-2, bilemedin 3 nesil öncesinin yerleşimine, hayatına, yaşantısına dönmüyor, dönmeye de hiç niyeti yok. O yüzden taşra her geçen gün daha da ıssızlaşıyor. O yüzden tarlalar boş kalıyor ve herkes şehirlerde gittikçe büyüyen pahalılığın ve açlığın pençesinde debeleniyor.
Taşranın şehirleşmesi bu ülkenin ve devletin en önemli, en yaşamsal ihtiyâcı ve önceliğidir. Bunun dışındaki her konu ikincildir, geçicidir. Köy enstitüleri, halkevleri bunun ilk adımıydı. Kalkınma değil, şehirleşme programları gerekiyor. Kalkınma, şehirleşme ile zâten kendiliğinden sağlanacaktır. Zîrâ kalkınmak için öncelikle kalkındıracağınız bir nüfusun ve yerleşimin olması gerekir.
————–
*Avrupa’da gittikçe zenginleşen ve özgürleşen kasabaların ve şehirlerin yarattığı ve sonunda feodalizmi ortadan kaldıran dönüşümü betimleyen bir deyim.
Yayın organı: Gazetelink
Yayın târihi: 13.05.2020
Adres: https://www.gazetelink.com/avrupada-zenginlesen-kasabalar-feodalizmi-bitirdi-oguz-evren-kilic/