“Protestan Ahlâkı Ve Kapitalizmin Ruhu” isimli eserin yazarının Max Weber’den başkası olması düşünülemezdi. Zirâ Weber, muhafazakâr sayılmayacak bir âile yapısı içinde büyümüş ve annesinin Protestan inancının etkisi altında kalmıştı. Weber’in daha küçük yaşlarında beliren Avrupa merkezci târih ve medeniyet anlayışını ilerleyen dönemlerde dinî dayanaklarla güçlendirmesi sonucunda bir “Protestan ahlâkı” tanımlaması ve bunun sermâye tabanlı sistemle ilişkilendirilmesi sonucuna varmış olması, bu bakımdan hiç de şaşırtıcı değildir.
Aslında Weber’in doğru bir şekilde tespit ettiği üzere, Reform’u tâkip eden yıllar içerisinde Avrupa karasında sermâye birikimi konusunda devâsâ adımlar atılmıştı. Fakat bu adımların târihi, Luther’in kilise kapısına bildirisini çivilemesinden çok önceye, 10. Yüzyıl’a gitmektedir. Avrupa karasında Ortaçağ boyunca güç ve zenginlik simgesi olan toprak mülkiyeti, Haçlı Seferleri’nin sonucunda Doğu’nun 24 ayar zenginliklerine kavuşmuş ve artık kendi ekonomik ve politik kaderlerini çizmeye kararlı olan tüccâr şövalyeler ile Avrupa’nın pis işlerini görmek zorunda bırakılan ve bu işlerden payına düşeni fazlasıyla alan Yahudilerin ezici nakit gücüne karşı duramadı. Avrupa karasında yüzyıllar boyunca yaşanan târihin en karanlık yıllarının müsebbibi olan Katolik inancın sorgulanmaya başlanması da aynı döneme denk gelir ve bu kesinlikle tesâdüf değildir. Zirâ nakit silâhına erişmiş “yeni güçlerin” kendilerini fikirsel ve toplumsal boyutta tanımlayacak zihinsel sistematiklerini kurmaları ve bu sistematiği ezelî düşman Katolik Kilisesi’ne karşı kullanmaları fazla zaman almadı. Doğu mistisizminin ve geçmişin Pagan inançlarının süzülmesinden elde edilen “yeni bilgiler”, Katolik inancın ve Papalık otoritesinin sorgulanmasını berâberinde getirdi.
Aslında Hristiyanlığın tek tanımının ve biçiminin Katolik yolu olmayabileceğinin öngörülmesinin üzerinden yüzyıllar geçmiş ve Ortodoks tarafıyla yaşanan ayrışma herkesçe bilinir durumda idi. Fakat Ortodoksluğun dahi cevâp veremediği değişim dürtüsü, kendi bağrından yepyeni bir yol doğurdu: Protestanlık. 15. Yüzyıl’da hâlâ ikinci sınıf olarak görülen Yahudilerin binlerce yıllık kadîm inançlarından ilhâmını alan ve bunu Hristiyanlığın çeşitli kılıfları ile örten “yeni bir yol” olan Protestanlık, ismiyle müsemmâ bir şekilde, Katolik Kilisesi’nin tartışılmaz dünyevî ve hatta uhrevî otoritesiyle isyankâr bir çatışmaya girişti. İncil’in salt kaderci, kabullenişçi ve “Tanrı’nın kuzusu” olmaya odaklı yorumunun üzerine bağdaş kurmuş olan Vatikan’ın karşısında artık, Tevrat’ın çalışma ve didinme üzerine kurulu felsefesini özümsemiş ve fakat bunu “kaderciliğin farklı bir yorumu” ile maskeleyen, özünde ilkel bir ideoloji kavgası güden bir fikir vardı. Bu fikir, Yahudilerin bin yıllardır varlıklarını borçlu oldukları çalışma güdüsünün inanç hâline getirilmesi yolunu aynen benimsemişti. Katolik inancın aksine, çalışmanın kaderin seçilmişlerinden olamayan her kulun kurtuluşu için bir reçete olduğu söyleniyordu. Ve yine bu “yeni fikir”, “İsrâf etmeyin!” diyordu. İşte bu çalışmacı-birikimci fikir, tefeciliğin bilimini yaratmış Yahudilerin yüzyıllardır yaptığı gibi, birikimcilik odaklı idi. Hristiyan merkantilizminin doğuşu, bu fikirden olmuştur. Avrupa karasında yaklaşık 4 yüzyıl farkla doğan iki merkantilizm, ilerleyen süreçte çatışmak yerine ortaklık yapmayı seçmiş ve bu ortaklığın sonucunda feodalizm ve Vatikan otoritesi, kâğıttan kuleler gibi yıkılıvermiştir.
Peki, Protestan ahlâkı gerçekten kapitalizmi tetiklemiş midir?
Bu sorunun cevâbını bulmak için, Hristiyanlık kimliğini kullanan ve “marjinalleşmiş” kimi cema’atlere bakılması gerekir. Mormonlar, Evanjelistler, Püritenler gibi birçok Hristiyan topluluğu, günümüzde çok güçlü ekonomik varlıkların yöneticisi konumundadırlar. Öyle ki, kimi toplulukların fiilen kendilerine âit “şehirleri” vardır. Büyük çoğunluğu Protestanlık toprağında filizlenmiş bu toplulukların inanç, fikir ve -en önemlisi- iktisat alanındaki mücâdele arkadaşlarının Yahudi olması da, yukarıda açıklanan sebepler bağlamında anlaşılabilir bir durumdur. Toprak merkezli güç ve zenginlik anlayışından sermâye merkezli güç ve zenginlik anlayışına dönüşümü yaratanların bu ortaklığı günümüzde de tüm “sıcaklığı” ile sürmektedir. Çalışmaya, biriktirmeye ve isrâf etmemeye odaklanmış iki “akraba” inancın, kapitalizmin yaşaması için gerekli olan uygun toplumsal ve bireysel atmosferi yarattığı, bunun -Weber’in de sehven işâret ettiği gibi- salt inanç tabanlı tesâdüfî bir gelişme olmadığı âşikârdır. Zîrâ Protestanlık, Katolik inancın “seyreltilmiş” bir hâli değil; Yahudilerin “fikriyâtı” çerçevesinde yeni baştan yaratılmış bir Hristiyanlık öğretisidir.
Yayın organı: Gazetelink
Yayın târihi: 25.05.2020
Adres: https://www.gazetelink.com/protestan-ahlaki-ile-kapitalizmin-iliskisi-uzerine-oguz-evren-kilic/