16. Yüzyıl’ın başındayız.
Konstantinopolis, Osmanlı mülkü olalı 50 yıldan fazla zaman olmuş. Hristiyan dünyasının iki merkezinden biri, her ne kadar “düşman kardeş” Ortodokslar için merkez olsa da, İslâm âidiyetine sâhip bir devlet tarafından ele geçirilmiş. Hâliyle bu durumun Osmanlı lehine yarattığı büyük bir algı mevcut. Artık Osmanlı, Avrupa’nın gözünde “Doğu’dan gelen Moğol/Türkmen akını” değil. 1453’ten itibâren Osmanlı, Hristiyanlığı dünya üzerinden silmeye gelen İslâm ordusu.
Fakat ilginçtir, aynı algının İslâm coğrafyasında var olduğunu söylemek güç. Konstantinopolis’in Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi, İslâm coğrafyasında sevinç yerine şüphe ve tedirginlik yarattı. Çünkü devletler dîn ile, inanç ile yönetilmez. Her akıl sâhibi insan bilir ki, dîn, inanç, milliyetçilik gibi ideolojik unsurların devlet yönetimindeki fonksiyonu “motivasyon ve kimlik üretimi” çizgisinden öte değildir. Bu çerçevede İslâm coğrafyasındaki diğer güç odakları, Osmanlı’nın bu epik başarısının yarattığı ekonomik, politik ve sosyal kazanımlardan dolayı tedirgin oldular. Bundandır ki, Fâtih’ten sonraki dönemde Osmanlı’nın en çok tehdit hissettiği yer İslâm coğrafyası olmuştur.
Ve bundan dolayıdır ki, Yavuz derhâl Doğu’ya yönelmiştir. Yavuz’un yönünü Doğu’ya dönmesi, İslâm coğrafyasında bir “bütünleşme” hissinden çok, bir “işgâle uğrama” hissi yarattı. Yavuz, 8 yıllık kısa iktidârında Doğu’dan gelen türlü belâ ile uğraştı durdu. Öyle masallaştırıldığı gibi elini kolunu sallaya sallaya Mısır’a ve Haremeyn’e inmedi. Oldukça zorlu, çok riskli, çok kayıplı ve kanlı süreçlerden sonra kılıç zoruyla Haremeyn’i ve Abbasî hânedânlığının elinden hilâfeti aldı.
Hilâfet, İslâm’ın en karmaşık ve aynı zamanda en kanlı konusudur. Bu uğurda Peygamber’in cenâzesi daha ortadayken kavga başlamış, Peygamber’in âilesi birbirine girmiş, gücü yeten yetene kanlı çatışmalar yaşanmıştır. Ama hilâfetle ilgili tartışmaya kapalı tek bir husus vardır: Hilâfet, Araplarındır. Evet, bu hiçbir yerde yazılmış bir kural değildir ama her şeyden önce, hilâfet gerek dînî gerek sosyal gerek politik varoluşu gereği Araplar tarafından ihdâs edilmiş ve sâhiplenilmiş bir makâmdır. Bunu çok iyi bilen Selçuklu hükümdârları, Memlûk hükümdârları, Acem hükümdârları ve dahi diğer Arap şeyhleri ve beyleri yüzyıllar boyunca kılıç zoruyla hilâfeti edinmeyi akıllarından geçirmemişlerdir. Hilâfet, İslâm’ın en üst temsil makâmı olarak İslâm coğrafyasında hükümdârlara taç giydirmiştir.
Ama Osmanlı, hiç bunları umursamadan, züccâciye dükkânına fille giriverdi. Kılıç zoruyla hilâfeti aldı ve Hristiyanlığın iki merkezinden biri olan Konstantinopolis’e götürdü. Hilâfetin merkezini hâlen Hristiyanlığın iki merkezinden biri olarak görülen bir şehre taşımak, ne o şehri İslâm’ın merkezi hâline getirdi ne de İslâm dünyasının geri kalanı tarafından Osmanlı’nın hilâfeti kılıç zoruyla gasp ettiğinin düşünülmesini engelleyebildi. Gerçekten başta Araplar olmak üzere İslâm dünyasının geri kalanının büyük çoğunluğu, Osmanlı’nın hilâfeti kılıç zoruyla gasp ettiğini düşündü ve hâlâ öyle düşünmekteler. Bu nedenle Osmanlı’nın hilâfeti anca kendine hükmetmiş, ne İslâm coğrafyasında ne “Dârü’l Harp” memleketlerinde Osmanlı’nın hilâfeti meşrû görülmüştür. Zîrâ bunun en açık kanıtı, 19. Yüzyıl’ın başından başlayarak 200 yıl boyunca dinmeksizin süren Arap isyânları, Osmanlı’nın hiçbir savaşında İslâm coğrafyasından genel ve kapsamlı bir destek görmeyişi ve bugün dahi İslâm coğrafyasının büyük çoğunluğunda var olan “Osmanlı’nın çok da İslâm devleti olmadığı” görüşüdür.
Yüzyılımıza geri dönelim.
Ayasofya, bir câmi olarak ibâdete açılıyor. Çünkü İslâm dünyasına, özellikle Arap halklarına ideolojik bir mesaj gönderilmek, İslâm bayraktarlığı algısı yaratılmak isteniyor. Ama mesaj verilmek istenen kitlelerin gözünde hâlâ hilâfeti gasp etmiş Osmanlısınız. O kitlelerin ve devletlerin gözünde hâlâ 200 yıl boyunca isyân ettikleri zâlim mültezimler, başına buyruk vâlilersiniz. O kitlelerin ve devletlerin gözünde hâlâ ve hâlâ ABD ile, İngiltere ile, NATO ile, Rusya ile, İsrâil ile işbirliği yapan, öpüşüp koklaşan “gâvursunuz”. O kitlelerin ve devletlerin gözünde Arap coğrafyasının işgâlcisisiniz.
Ayasofya’yı câmileştirince Libya’da karşınıza dikilen Arap ittifâkını dağıtabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Bir ânda İslâm coğrafyasının kahramanı, kurtarıcısı, hattâ Mehdi’si olacağınızı mı zannediyorsunuz? Ayasofya hamlesi ile İslâm coğrafyasında lider oluvereceğinizi mi hayâl ediyorsunuz?
Bu hamle ile dosta düşmana gösterdiğiniz tek şey, hâlâ Osmanlı zihniyetinde olduğunuzdur. Batı da, Doğu da bunu böyle okuyor. Ve Osmanlı’yı yıkıma götüren hatâları tekrarlamak için çok iştahlısınız.
Çünkü aynı hatâyı iki kere, hem de bile bile yapmak doğanızın gereği.
Yayın organı: Facebook
Yayın târihi: 11.07.2020
Adres: https://www.facebook.com/oguz.evren.kilic/posts/10157433611360205