Türk Silâhlı Kuvvetleri Personelinin İstifâ Yasağının İnsan Hakları ve Anayasa Çerçevesinde Değerlendirilmesi

ÖZET

Kamu örgütünün önemli bir parçasını oluşturan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin personel sistemi, kamu personel sistemine hâkim yaklaşımlar çerçevesinde değerlendirildiğinde, bâzı noktalarda soru işâretleri doğurmaktadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri gibi son derece önemli ve büyük bir kurumun personel sisteminde çeşitli aksamalara ve sorunlara yol açan kimi düzenlemelerin ele alınması gerektiği açıktır. Bu çerçevede, Türk Silâhlı Kuvvetleri personeline özgü olarak düzenlenmiş olan istifâ yasağının ve buna bağlı yaptırımların da ayrıca değerlendirilmesi zorunludur.

Bu çalışma ile, Türk Silâhlı Kuvvetleri personelinin istifâ yasağının doğurduğu hukukî ve fiilî sonuçlar incelenecek, bu inceleme doğrultusunda söz konusu düzenlemenin ve uygulamanın insan hakları ve Anayasa çerçevesinde hukuka uygunluğu tartışılacaktır. Bu tartışmadan güdülen amaç, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin insan haklarına saygılı, Anayasa’da hükme bağlandığı üzere hukuk devleti ilkesine bağlı, çalışma barışını gözeten, modern ve saygın bir kamu kurumu niteliğinin güçlendirilmesine katkı sağlamaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk Silâhlı Kuvvetleri, zorunlu hizmet, istifâ yasağı, insan hakları

  1. İstifâ yasağının mevzuattaki yeri

Her ne kadar askerî personelin dâhil olduğu personel sisteminin kök kânunu 657 sayılı Devlet Memurları Kânunu olsa da, askerî personelin görevden ayrılması rejimi diğer kamu personelinden farklı olacak şekilde 926 sayılı kânunla düzenlenmiştir. 27.07.1967 târihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kânunu’nun 112. maddesinin 1. fıkrasına göre “Muvazzaf subay ve astsubaylar, subay ve astsubay nasbedildikleri târihten itibâren fiilen 15 yıl hizmet etmedikçe istifâ edemezler”. Sözü geçen yasa hükmü çerçevesinde, 15 yıllık zorunlu hizmetini doldurmamış askerî personelin serbest irâdesiyle görevinden ayrılması yasaklanmıştır. 15 yıllık zorunlu hizmetini doldurmamış askerî personelin verdiği istifâ dilekçeleri, söz konusu kânun hükmüne dayanılarak reddedilmektedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde 15 yıllık zorunlu hizmetini tamamlamadan istifâ etmek amacı ile görevine devâm etmeyenler hakkında 22.05.1930 târihli ve 1632 sayılı Askerî Cezâ Kanunu’nun 66. maddesi gereğince “firâr suçu” işledikleri gerekçesiyle cezâ yargılaması yapılmakta ve bu kişiler 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezâsı ile cezâlandırılmaktadır. 

Türk Silâhlı Kuvvetleri’ndeki görevlerinden ayrılmak ve istifâ etmek isteyen, ancak yukarıda bahsi geçen yasa hükmünden dolayı 15 yıl boyunca istifâ hakları olmayan kişiler, görevlerine gitmeyerek fiilen istifâ etmiş olmaları hâlinde suçlu konumuna düşmektedir. Bu nedenle, bu kişiler hakkında derhâl idârî ve cezâî soruşturma süreçleri başlatılmakta ve bu kişiler birer kânun kaçağı muamelesi görmektedir. İstifâ etmek hakkına sâhip olmadığı için firâr suçlusu konumuna düşürülen bu kişilerin yakalanması ya da kendilerinin teslim olması hâlinde, eğer henüz Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden disiplin kovuşturması sonucunda çıkarılmamışlarsa, bu kişiler derhâl göreve iâde edilmekte ve istifâ etmek istedikleri işlerine devâm etmeleri kendilerine zorla dayatılmaktadır.

İstifâ etmek isteyen fakat istifâ yasağı kapsamında olan bir kısım askerî personel ise, 6413 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Disiplin Kânunu’nun 13. maddesi, 20. maddesi ve ilgili mevzuatta hükme bağlanmış olan  disiplinsizlik nedeniyle görevden ayırma cezâsı yoluyla görevinden ayrılmaya çalışmaktadır. Bu yola tevessül eden askerî personel hakkında disiplin soruşturma açılmakta, sürecin sonunda Yüksek Disiplin Kurulu tarafından ilgili personel hakkında ayırma cezâsına hükmedilmektedir. Gerek firar gerek disiplinsizlik yoluyla görevinden ayrılan askerî personele, eğitim ve yetiştirme masrafları ödetilmektedir. 12.06.2024 târihli 7517 sayılı kânunun 11. maddesi ile yapılan düzenleme doğrultusunda, söz konusu ödetme tutarları iki ve dört katına çıkarılmıştır.

  1. İstifâ yasağına insan hakları ve Anayasa çerçevesinde bakış

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 4. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tâbi tutulamaz” hükmü, askerî personelin meslek hayatı boyunca ve sonrasında tâbi tutulduğu 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 112. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Muvazzaf subay ve astsubaylar, subay ve astsubay nasbedildikleri târihten itibâren fiilen 15 yıl hizmet etmedikçe istifâ edemezler” hükmünün varlığı ve uygulaması ile açıkça ihlâl edilmiştir. Zirâ AİHS’nin 4. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiş olan zorla çalıştırma yasağı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 18. maddesinin 1. fıkrasında da düzenlenmiştir. Buna ek olarak, yine Anayasa’nın 48. maddesinde “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sâhiptir” hükmü mevcuttur. Çalışma özgürlüğü ve çalışma barışı çerçevesinde, kişinin çalışacağı işi özgürce seçme hakkı vardır. Aynı cihetle, kişinin çalışmak istemediği işten ayrılma hakkı mevcuttur. Zorla çalıştırma yasağı, istifâ hakkını da kapsayan bir üst hak olarak düzenlenmiştir. Zirâ istifâ hakkını içermeyen bir zorla çalıştırma yasağının hiçbir hukukî anlamı yoktur. Diğer devlet kurumları gibi bir devlet kurumu olan Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde çalışan personelin çalışma özgürlükleri ve hakları, istifâ hakkının yasa yolu ile kaldırılmış olması ile ortadan kaldırılmıştır. Aynı yasa hükmü ile personel, âdetâ kölelik koşullarında 15 yıl gibi fâhiş uzunlukta bir zaman dilimi için zorunlu çalışmaya tâbi kılınmıştır.

Tam da bu noktada belirtmek gerekir ki; muvazzaf subay ve astsubaylar, AİHS’nin 4. maddesinin 3. fıkrasında lâfz olunmuş zorunlu askerlik ya da kamu hizmetinden tamâmen farklı olarak, profesyonel meslek anlamında ve belirli bir ücret karşılığında memur statüsü ile çalışmaktadırlar. Bu nedenle, askerî personelin mağduriyetini yaşadığı ihlâli AİHS’nin 4. maddesinin 3-b fıkrası kapsamında değerlendirmek mümkün değildir.

Türkiye Cumhuriyeti, zorla çalıştırma yasağı ve çalışma özgürlükleri ile ilgili birçok uluslararası sözleşmeye de taraftır. 926 sayılı yasanın 112. maddesinin 1. fıkrası ile istifâ hakkının ortadan kaldırılmış olması; İnsan Hakları Evrensel Beyânnâmesi’nin 4. maddesinden yer alan “Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticâreti her türlü biçimde yasaktır” hükmüne, yine aynı beyânnâmenin 23. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adâletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır” hükmüne, Kişisel Ve Siyâsal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 8. maddesinin 3-a fıkrasına, Avrupa Sosyal Şartı’nın 1. bölümünün 1. ve 2. maddelerine ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 105 No.lu Protokolü’nün 1. maddesine açıkça aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti, askerî personelin elinden 15 yıl gibi çok uzun bir zaman dilimi için istifâ hakkını almakla, Anayasasında ve taraf olduğu uluslararası anlaşma ve protokollerde yer alan tüm bu hükümleri ihlâl etmektedir.

İşte bu olgular çerçevesinde, askerî personelin zorla çalıştırma yasağı hakkı ile çalışma özgürlüğü ihlâl edilmiş ve askerî personelin görevine gitmeyerek fiilen istifâ etmesi 1632 sayılı kanunun 66. maddesi çerçevesinde firar suçu sayılmış, binlerce askerî personel aleyhine cezâya hükmedilmiştir. Bahsi geçen askerî personel, zorla çalıştırma yasağı ve çalışma özgürlüğü kapsamında istifâ hakkını kullanmak istemiş ve bunun sonucunda âdî bir suçlu muamelesine mâruz kalmış, yıllarca kaçak hayatı yaşamak zorunda kalmış, âdî bir suçlu gibi tutuklanmış, yargılanmış ve hapsedilmiştir. Sâdece istifâ hakkını kullanmak isteyen bir kişiye yönelik olarak devlet tarafından gösterilen bu tutum ve davranışların tüm maddî ve mânevî bedelleri bahsi geçen askerî personele yükletilmiş, bu kişiler yıllar süren onur kırıcı bir süreç yaşamıştır. Görevinden ayrılmak isteyen askerî personel hâlen bu mağduriyetleri yaşamaktadır. 

AİHS’nin 14. maddesinde yer alan ayrımcılık yasağı kuralı, 926 sayılı kanunun 112. maddesinin 1. fıkrası hükmünün varlığı ve uygulaması ile ihlâl edilmektedir. Zirâ askerî personel, asker emekçi olarak, diğer meslek gruplarının sâhip olduğu haklara sâhip olamamıştır. Askerî personelin 15 yıllık zorunlu hizmeti olduğu hâlde, Türkiye’de çalışmakta olan hâkim ve savcıların 2 yıl, polis memurlarının 6 yıl zorunlu hizmet süresi mevcuttur. Buna ek olarak, Türkiye genelindeki hiçbir meslek grubu istifâ hakkından yoksun değildir. Sâdece askerî personele yönelik olarak düzenlenmiş ve uygulanmakta olan 15 yıl süreli zorunlu ve istifâ hakkından yoksun hizmet kuralı, personelin hem çalışma özgürlüğünü hem de ekonomik ve sosyal haklarını kullanabilmesi bakımından diğer meslek grubundan kişilerle skerî personel arasında büyük bir eşitsizlik ve adâletsizlik yaratmaktadır. Askerî personelin salt mesleğinden ötürü devlet tarafından böyle bir ayrımcılığa tâbi kılınmış olması sonucunda personel, diğer meslek gruplarının sâhip olduğu sendikal örgütlenme, toplu sözleşme, grev, istifâ hakkı ve benzeri birçok haktan faydalanamamış ve mağdur olmuştur.

AİHS’nin 9. maddesinin 1. fıkrasında yer alan düşünce ve vicdân özgürlüğü ilkesi, 926 sayılı yasanın 112. maddesinin 1. fıkrası hükmünün varlığı ve uygulaması ile ihlâl edilmiştir. Zîrâ personelin bir kısmı, kendisini bir süreden sonra askerlik mesleğine âit hissetmeyebilmekte, eğitim hakkı çerçevesinde kendisini geliştirmek istemekte ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden istifâ etmeyi isteyebilmektedir. Düşünce ve vicdân özgürlüğü, düşüncelerin serbestçe ifâde edilebilmesini ve hayata geçirilmesini de içermektedir. Askerî personelin çalışma özgürlüklerinin ve kurum içinde çalışma barışının sağlanması için yaşamsal bir araç olan istifâ hakkının tanınmamış olması sonucunda personel, düşüncesinin ve vicdânının gereğini yerine getirememekte, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ndeki işinden yasal bir uygunluk bağlamında ayrılamamaktadır.

926 sayılı kanunun 112. maddesinin 1. fıkrasındaki hüküm nedeniyle Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde çalışan sayısız subay ve astsubay, hâlen düşünceleri ve vicdânları gereğince istifâ etmek hakkına sâhip değildir. İnsanın düşüncesini ve inancını değiştirmesi de AİHS 9. madde kapsamında yer alan özgürlük tanımına girdiğinden, askerî personelin Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde çalışması sırasında yaşadığı düşünce ve inanç değişimi çerçevesinde istifâ hakkının olmaması AİHS’nin 9. maddesinin açık ihlâlidir.

Askerlik mesleğindeki ve toplum genelindeki tabulardan dolayı askerî personelin istifâ isteği, birçok asker ve sivil kişi tarafından ayıp ve kusur olarak görülebilmektedir. Görevinden ayrılmak isteyen askerî personelin askerlik mesleği ile ilişkisi kesilmiş sivil bir vatandaş olarak mahkemede yargılanması, bahsi geçen kişilerin üzerinde olumsuz psikolojik baskı oluşturmakta ve savunma direncini kırmaktadır. 2016 yılına dek askerî hiyerarşi içerisinde yer alan askerî hâkimlerden ve savcıdan oluşan bir mahkemede yargılanmış olmak, askerî personelin savunmaya dâir haklarını ve statüsünü ayrıca zedelemiştir. 

926 sayılı kanunun 112. maddesinin 1. fıkrası ile ortadan kaldırılmış istifâ hakkına sâhip olmayan ve fiilen istifâ ederek görevlerine gitmeyen binlerce kişi hakkında görülen cezâ dâvâlarında dâvâ süreçleri ve kararlar otomatikleşmiştir. Bu yargılamalarda firâr suçu olarak tanımlanan fiilî istifâ irâdesinin, bu bağlamda firâr suçunun maddî ve mânevî unsurlarının hukukî irdelemesi dahi yapılmamaktadır. Bu çerçevede yapılan yargılamaların sonucu önceden belli olduğundan, söz konusu yargılamalar birer bürokratik prosedür hâline gelmiştir.

SONUÇ

Askerî personel, istifâ etmek amacıyla fiilen görevinden ayrıldığı ândan itibâren adresini değiştirmek ve bir kaçak hayatı yaşamak zorunda kalmaktadır. İstifâ ederek ayrılmak istediği görevine dönmek istemeyen personel, disiplin kovuşturması sonucunda Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden çıkarılacağı güne kadar adlî ve idârî makâmlara yakalanmamak için kaçak hayatını sürdürmektedir. Personel, bu süre içerisinde birçok anayasal hakkından faydalanamamakta, sosyal sigortasını devâm ettirememekte, eğitim durumuna uygun bir ücret alabileceği düzenli bir işte çalışamamakta, en basit gündelik işlerini bile aksatmak zorunda kalmaktadır. Tüm bu maddî kayıplara ek olarak, görevinden ayrılmak isteyen personelin âile hayatı sıkıntıya düşmekte, sosyal hayatı da ciddî boyutta sekteye uğramaktadır. Toplum içinde var olan ve devlet tarafından hukuk düzeni ile desteklenen “Her Türk asker doğar” tabusundan dolayı, toplumsal hayatın genelinde bahsi geçen personelin suçlu olduğu algısı yerleşmiş ve bu nedenle bu kişilerin sosyal ilişkileri ciddî biçimde zedelenmiştir. İstifâ hakkının olmaması nedeniyle firâr suçlusu konumuna düşürülen benzer durumdaki binlerce askerî personel, devletin hukuk düzenindeki bozukluktan ötürü mağdur olmakta ve toplum nezdinde suçlu olarak görülmektedir.

Askerî personel, tıpkı diğer memurlar ve işçiler gibi, birer emekçidir. Ancak bu husus, Türkiye Cumhuriyet yasalarınca ve hukuk düzenince tanınmamaktadır. Türkiye’de diğer emekçilerin sendikal örgütlenme hakları tanınmışken, asker emekçilerin sendikal örgütlenme hakkı tanınmamıştır. Avrupa kıtasında bulunan onlarca ülkede tanınmış olan askerlerin sendikal haklarının Türkiye’de tanınmamış olmasından ötürü, asker emekçilerin ekonomik ve sosyal haklarının gözetilmesi ile ilgili olarak hiçbir denetim mekanizması bulunmamaktadır. Buna ek olarak, asker emekçilerin istifâ haklarının yasa yoluyla ellerinden alınmış olmasından ötürü, bireysel olarak ekonomik ve sosyal hakların gözetilmesi de mümkün kılınmamaktadır. Ekonomik ve sosyal haklarını ne örgütsel düzeyde ne de bireysel düzeyde gözetemeyen binlerce asker emekçinin çok ciddî maddî ve mânevî mağduriyetler yaşamakta olduğu da bir gerçektir. Bir yönüyle işveren üzerinde yaptırım gücü olan istifâ hakkının asker emekçilere tanınmamış olması, asker emekçilerin devletin insâfına terk edilmesine ve kölelik koşullarında zorla çalıştırılmasına neden olmaktadır.

Asker emekçilere sendikal örgütlenmenin ve istifâ hakkının tanınmamış olması nedeniyle Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisindeki çalışma barışı da bozulmuştur. Kurum içerisindeki ast-üst ilişkilerinde, çalışma hiyerarşisinde ve çalışan ilişkilerinde ölümle sonuçlanan ciddî sorunlar ve olaylar meydana gelmektedir. 

Firar ya da 6413 sayılı kânunun 20. maddesinde düzenlenmiş olan eylemleri kasten işleyerek ve disiplinsizlik yaparak görevinden ayrılmaya çalışan askerî personel, kurumun disiplinini, işleyişini ve itibârını da zedelemektedir. Çok yüksek disiplin standartları ve motivasyon gerektiren bir kurum olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde bu tür durumların yaygın olarak yaşanıyor olması, kurumun işleyişinde ciddî aksamalara sebep olmaktadır.

Yukarıda bahsi geçen hususlar çerçevesinde, Türk Silâhlı Kuvvetleri personel sisteminde çağdaşlaşmanın tam anlamıyla gerçekleştirilmesi, kurumun varoluşsal bir gereğidir. Bu çağdaşlaşma, kurumun personel sisteminin insan haklarına uygun standartlara kavuşturulması ile mümkündür. Personel sisteminin asker emekçilerin haklarını gözetir biçimde yeniden düzenlenmesi ile birlikte Türk Silâhlı Kuvvetleri, modern dünya orduları arasındaki seçkin ve örnek konumunu daha da perçinleyecektir.

Site Footer

Sliding Sidebar

    2019 © Oğuz Evren KILIÇ.   Bu internet sitesindeki tüm yazılar ve diğer içerikler izinsiz kopyalanamaz ve kullanılamaz. Tüm içeriğin hakkı mahfuzdur.